Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da yazılarına tepki gösterdiği Zaman yazarı Mümtaz'er Türköne Erdoğan'a karşı sadece Cemaat yakın olan medyanın direndiğini söyleyerek 'AKP ile Cemaat arasında ne fark var?' diye sordu.
Zaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, "İktidar kendisi kadar, hatta daha fazla dindar bir Cemaat'e savaş açarak iktidarını sürdürme yolları arıyor. Aynı Kur'an ayetlerini, aynı sûreleri referans alan, dindarlık dendiğinde Sünnî İslâm'ın aynı zahirî ve bâtınî yorumlarını tekrarlayan iki camia: AK Parti camiası ve Hizmet Hareketi" yorumunda bulunarak "Aralarında ne fark var?" diye sordu.
Türköne, AK Parti ve Erdoğan'a karşı da sadece Cemaat'e yakın duran madyanın direndiğini iddia ederek lu sözleri söyledi:
"İktidar'ın, özellikle Erdoğan'ın keyfi tasarruflarına karşı direnen, eleştiren bir medya gücü, neredeyse Hizmet Hareketi'ne yakın olanlardan ibaret. Büyük Sermaye suskun, finans-kapital teslim olmanın ötesinde değnekçilik yapıyor."
Mümtaz'er Türköne'nin ‘Laik-dindar çatışması’nın yerini ne aldı?' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
RUŞEN ÇAKIR’IN AKP-CEMAAT ÇATIŞMASI İLE İLGİLİ SÖYLEDİKLERİNİN BİR ANLAMI OLMALI
Tartışma gerçekten verimli. Gündemin puslu havasından uzaklaşıp, biraz geriye çekilip, yaşadıklarımızın bütünü ve geçmişi hakkında düşünme fırsatı veriyor.
Türkiye'de dindarlığı en kısa zamanda yok olması gereken bir tür gerilik, çağdışılık olarak görmek yerine, sağduyulu ve tarafsız bir akademik ilginin konusu haline getiren kişi Şerif Mardin olmuştu. Cumhuriyet devrimlerinin ve bir felsefe olarak algılanan laikliğin, kültürel anlam dünyasındaki boşluğu dolduramadığını söyleyerek dindarlığın sosyolojik ve dolayısıyla siyasî boyutuna dikkat çekmiş ve bu alanda ufuk açıcı çalışmalar yapmıştı. Ruşen Çakır, gazetecilik mesleğinde benzer bir kulvar açtı. Çakır'ın 1990'da yayımlanan "Ayet ve Slogan"ı, gündelik tüketilen "dindarlar-laikler" kalıbının dışında, siyasal alanda boy gösteren İslam'ı anlama, daha ötesi diyaloğa girme çabasının ilk parlak örneklerinden biridir. Bu yüzden kaybolan "dindarlar-laikler" çekişmesinin yerine süratle ikame edilen "AK Parti-Cemaat" çatışması hakkında söylediklerinin bir anlamı olmalı. Kısaca aramızdaki tartışma, Ruşen Çakır'ın vurguladığı üzere bir "kavga" veya "savaş" değil; 80 öncesi çok gerilerde kaldığına göre, birbirimizin kafasını gözünü yarmak gibi bir niyetimiz de yok, sakin bir tartışma sürdürüyoruz. Kendi adıma, Çakır'ın vesile ettiği mevzuyu önemsiyorum ve bu hayâtî mevzunun uzun soluklu tartışılması gerektiğine inanıyorum.
İSLAMCILIĞIN NEFES ALABİLDİĞİ BİR ALAN BİLE YOK
Profesör Rennan Pekünlü'ün hapse girişine gelen çok cılız tepkilerden de anlaşılacağı üzere din, dolayısıyla laiklik eksenli kutuplaşmanın siyasî bir karşılığı kalmamış görünüyor. Halbuki başımızda yoğun bir şekilde dinî semboller kullanan ve dini siyasallaştıran bir iktidar var. Özellikle eğitim alanında laiklerin itiraz edebileceği konu sıkıntısı yok. Yine de ve her şeye rağmen din ve dindarlık alanında ortalığı toza dumana bulayan bir siyasî kutuplaşma ve çatışma yaşanmıyor. Karma eğitim tartışması bundan beş yıl önce yapılsaydı, teraziye çıkan sözler bu kadarla kalır mıydı? "Dindar iktidar" Tunceli'yi ziyaret ediyor, beceremese bile Alevî açılımında ısrarlı görünüyor. Barış süreci, dinî bir söylemle değil "beşbin yıllık devlet geleneği" ile yürütülüyor. Mangalda kül bırakmayan İslâmcılığın, devlet gerekleri ile uyum sağladığı yerler dışında bırakın yaşamayı, nefes alabildiği bir alan bile yok.
AK PARTİ İLE CEMAAT ARASINDA NE FARK VAR?
İktidar kendisi kadar, hatta daha fazla dindar bir Cemaat'e savaş açarak iktidarını sürdürme yolları arıyor. Aynı Kur'an ayetlerini, aynı sûreleri referans alan, dindarlık dendiğinde Sünnî İslâm'ın aynı zahirî ve bâtınî yorumlarını tekrarlayan iki camia: AK Parti camiası ve Hizmet Hareketi. Aralarında ne fark var? Tek fark birinin siyasî, diğerinin de sivil bir hareket olması. Siyasal-sivil ayırımını, Hegel'den bugüne oturmuş evrensel literatüre uygun kullanıyorum. Bu yüzden savaş da tek taraflı olarak yürüyor. İktidar, daha önce ara dönem iktidarlarının kullandığı yöntemleri kullanarak bu sivil hareketin hayat damarlarını tek tek kopartmaya çalışıyor. Yurtdışındaki okullarını jurnalliyor, bankasını batırmaya çalışıyor, işadamlarını kamu erkini kullanarak zarara uğratıyor, yardım kuruluşunu engelliyor, kamuda özellikle eğitim alanında fişlemeler yaparak tasfiyelere girişiyor. İş bununla da kalmıyor, aynı iktidar devlet imkânlarını kullanarak kendisine bağımlı bir sivil alan oluşturmak için gözü kara, tıpkı Deli Dumrul gibi bağış topluyor.
ERDOĞAN’A KARŞI SADECE CEMAAT MEDYASI DİRENİYOR
Dikkat edin, İktidar'ın, özellikle Erdoğan'ın keyfi tasarruflarına karşı direnen, eleştiren bir medya gücü, neredeyse Hizmet Hareketi'ne yakın olanlardan ibaret. Büyük Sermaye suskun, finans-kapital teslim olmanın ötesinde değnekçilik yapıyor. Ruşen Çakır ve bir-iki kişi dışında, yazdıkları okunmaya değer kaç gazeteci kaldı?
"Cemaat de çok olmuştu" hükmü yerine şu soruyu soralım: "Cemaatin devlete göz dikmesi"nin veya devleti ele geçirmesi muhabbeti ne kadarı yolsuzluk soruşturmaları ile yani iktidarın ayakta kalma çabalarıyla alâkalı?
Din ve dindarlığın, laiklik karşısında siyasî kutuplaşma ekseninden birdenbire çıkması aslında sorunun cevabını veriyor. Gerçek savaş sivil alanla siyasal alan arasında geçiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Burada yapılan yorumlar, yorum yapan kişilerin kendi görüşleridir. Sitemiz yapılan yorumlardan sorumlu tutulamaz.